14 Mart 2012 Çarşamba

Grupo Modelo - Corona Beer

"Meksikalı Yerel Oyuncudan, Küresel Bir Markaya.."(2010 yılı MBA case analiz çalışması)
CORONA
View more PowerPoint from Canan Ozturk

30 Ocak 2012 Pazartesi

"Gençliğe Hitabe" Kaldırılmamalıdır

Atatürk'ün Türk Gençliğine Hitabesi, Mustafa Kemal Atatürk tarafından 20 Ekim 1927 tarihinde Nutuk'un sonunda Türk Gençliği'ne yönelik yaptığı konuşmadır.



Son günlerde Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu olan Atamız, Gazi Mustafa Kemal Atatürk'e ve onun Türk Milleti'ne ve Türk Gençliği'ne emanet ettiği değerlere; daha doğrusu Türkiye Cumhuriyeti'nin temel değerlerine birileri tarafından alenen sistematik bir saldırı düzenleniyor. Demokrat olduğunu söyleyen bir kesim kamuoyu tarafından da bu saldırılar destek görüyor.

Bu sistematik saldırı, çok yönlü bir saldırı olarak karşımıza çıkıyor. Bir taraftan birileri "aslında öyle değil, böyle.." diyerek tarihimizi yeniden yazmaya, gerçekleri değiştirip bir takım anı defterleri veya belgelerden işlerine gelen bölümleri seçerek yalanlarını buralara dayandırıp, kurguladıkları bir tarihi bizlere ve yeni nesillere dayatmaya çalışıyorlar. Diğer taraftan da Türkiye Cumhuriyeti'ni "karış karış düşman işgalinden kurtararak" kurmuş olan Atatürk'ün getirdiği yenilikleri, tecrübe ve bilgilerini aktardığı mirasları değiştirerek veya kaldırarak temelleri sarsılmış, yamalı ve eksik bir devlet ortaya çıkarmak istiyorlar. Bunları yaparken de toplumu kutuplaştırmayı ihmal etmeyip, bir kesimi bilinçsizce Cumhuriyet ve Atatürk düşmanı; bir kesimi de Osmanlı ve İslamiyet karşıtı bir tarafta yer almaya zorluyorlar. 
Oysa ki bunların her biri birbirini tamamlayan, Türkiye Cumhuriyeti'nin öz değerleri; sacayaklarıdır.

Geçmişini, atalarını, kültürünü ve varlık mücadelesini bilmeyen, milli-manevi ortak değerlerini, öz miraslarını koruyamayan ve bunları yitiren toplumlar zaman içerisinde erimeye ve yok olmaya mahkumdurlar. Tarihe baktığımızda bu şekilde bir çok devletin yok olduğunu, milletlerin de eriyip gittiğini görebiliriz. Bu örnekler arasında bir çok Türk devleti ve hatta Osmanlı İmparatorluğu da vardır.

Ama aksine bu değerleri koruyan, geçmişine tutunan, atalarının miraslarına sahip çıkan devletler ise binlerce yıldır hiç yıkılmadan, en güçsüz zamanlarında bile dağılmadan ayakta kalmış; kısa sürede kendilerini toparlayıp, daha da güçlenerek dünya arenasında yerlerini hep sağlam tutmuşlardır. Buna en iyi örnek Çin'dir.

Bugün, gazetenin birinde bir köşe yazarı, "Gençliğe Hitabe kaldırılmalı" demiş ve bu "yaşanan tecrübeler ışığında bir öngörü olan; gelecek nesillere uyarı ve miras niteliğindeki" metni tutarsızca eleştirmiş.

Ben de, Atamızın hitaben seslendiği Türk Gençliği'nin bir üyesi olarak, bu köşe yazarına cevap verme sorumluluğunu hissettim. Çünkü bu şahsın, Türk Gençliği'ni temsil edebilecek, bu mirası eleştirip kaldırılmasını isteyebilecek bir şahıs olduğunu düşünmüyorum...


Şahıs demiş ki: Gençliğe hitabe, gençlere anlayış, empati, hoşgörü, farklılıklara saygı, özeleştiri gibi evrensel demokratik değerleri tavsiye eden bir metin değil.
Bütün metinlerde bu bahsi geçen mesajların verilmesi gerekliliği olmadığı gibi bu metnin amacı da içinde bulunulan, içinden geçilen durumlar ışığında büyük bir devlet adamının daha da önemlisi bir devletin kurucusunun kurduğu devleti emanet ettiği gençliğe seslendiği, içinden geçilmesi muhtemel durumlar karşısında bir uyarı ve motivasyon metnidir. Eğer ki, anlayış, empati, hoşgörü, saygı gibi cümleler arıyorsanız Atamızın bu konulardaki sözlerini okuyabilirsiniz. (google'da bile aratsanız bulursunuz)


Ey Türk Gençliği! Birinci vazifen, Türk istiklâlini, Türk Cumhuriyetini, ilelebet, muhafaza ve müdafaa etmektir.”

Şahıs, “senin birinci görevin budur” diye kollektif bir misyon biçilmesinden rahatsızlığını dile getirmiş, herkesin bağımsızlığı birinci vazife edinme zorunluluğu yoktur demiş. E zaten öyle.. Herkes ülkenin bağımsızlığını kendine birinci görev olarak görmüyor, görmeyene de ceza falan verilmiyor. Mesela yazarın kendisine göre bambaşka birincil görevleri var, yazılarının ve yayınlarının çoğunu kendisine verilen bu görevleri yerine getirmek için hazırlıyor. Atamız, ülkeyi emanet ettiği gençliğe, onu koruma ve kollama görevini vermiş; isteyen bu görevi yerine getirir, istemeyen getirmez. Demek ki burada bir sorun yokmuş.


İstikbalde dahi, seni bu hazineden mahrum etmek isteyecek, dahilî ve haricî bedhahların olacaktır.”

Hitabede iç ve dış düşmanlara vurgu yapılmasından şahıs rahatsızmış. Komşularla sıfır sorun politikası ile örtüşmediğini belirtmiş. Biz, Atamızın da deyimiyle "yurtta sulh, cihanda sulh" isteyen bir millet olmakla birlikte, sınırlarımızdan veya daha uzaklardan gelebilecek her türlü tehdit ve düşmanlığa karşı dikkatli ve hazırlıklı olmak zorundayız. Atamız o günün koşullarına da dikkat çekerek, bu günleri ve daha da uzak geleceği görüp uyarabilirken, sanırım yazar nasıl bir coğrafyada yaşadığının bile şuurunda değil. 
Bir de iç düşmanlar uyarılarının darbelere zemin hazırladığı iddiasını ortaya atmış ki, bu çok saygısızca istismarına kısaca şöyle cevap vermek istiyorum: Bir anne düşünün, binbir zorlukla bir çocuğu dünyaya getiriyor ve o daha çok küçükken vefat ediyor. Vefat ederken de bu çocuğu emanet ediyor. Allah aşkına hangi anne çocuğunu emanet ederken gerektiğinde dövün, vurun, paralayın, sakatlayın der? Ya da bunu ister? Bilmem anlatabildim mi?


 Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur!” sözü çok ağır gelmiş şahısa, bunu ırkçılık olarak değerlendiriyor. 
Şahısa öncelikli tavsiyem Türk tarihini biraz araştırıp, okumasıdır. Buradaki motivasyonu, tarih vurgusunu göremiyor ve bu cümleyi vahim olarak değerlendiriyorsa; ya çok eski geçmişten bugüne kadar uzanan Türk milletiyle bir sıkıntısı vardır ya da geçmişten bugüne uzanan Türk milleti kavramının birleştirici, bütünleştirici, ayrılıkçılıktan uzak bir kimlik olduğunu bilemiyordur.


Atatürk'ün Gençliğe Hitabesi, geçmişten bugüne mesajlar taşıyan,  çok büyük bir devlet adamının tecrübeleri ve engin bilgileri ışığında, savaşarak kazandığı topraklar üzerine kurduğu devletini emanet ettiği gençliğine bir nevi mektubudur. Bu metin dersliklerden ve kitaplardan asla kaldırılmamalı, miraslar unutturulmamalı; aksine daha iyi öğrenilip, kavranmalıdır.

Şimdi bir kez daha, iyi anlayarak Atamızın Gençliğe Hitabesini okuyalım:


17 Ocak 2012 Salı

Gençlerin ve Çocukların Bayramları

Birkaç gün önce, Milli Eğitim Bakanlığı'ndan il milli eğitim müdürlüklerine gönderilen bir yazı bir anda gündemi sarstı, kafaları karıştırdı. Bu resmi yazıya göre, artık 19 Mayıs Atatürk'ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı'nın sadece Ankara'da stadyumda; diğer tüm illerde ise okullarda kutlanacağı belirtiliyordu. Bu haberin ardından, başta sosyal medya olmak üzere, bir anda ortalık hareketlendi, tepkiler ardı ardına geldi; kimileri endişelerini, kimileri ise desteklerini dile getirdi. Bunun üstüne bazı yetkililer açıklama yaptılar, ama belli ki henüz bayramlarımızın nasıl kutlanacağı netleşmemiş, sadece nasıl olmaması gerektiği görüşülmüştü..



Tartışmalar hala devam ediyor, ne olduğunu bilen/bilmeyen çok kişiler konuşuyor. Bazıları bu kararın iptali için Danıştay'a dava bile açtı. Ortada ise merak edilen bir gerçek var: bundan sonra milli bayramlarımız nasıl olacak?

Beni de son derece ilgilendiren bu konu hakkında, naçizane fikirlerimi yazmak istedim.



23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı, 19 Mayıs Atatürk'ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı, 30 Ağustos Zafer Bayramı, 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı; bunlar Türkiye Cumhuriyeti'nin en kıymetli, en mutlu, en kutlu günleridir. Çünkü bu günler, Türk Milleti'nin ve onun devletinin varlığını, varlık mücadelesini, tarihini, şanını, milli değerlerini andığı; bunlarla gurur duyduğu, çocuklarına öğrettiği ve yeni nesillere aktardığı günlerdir. Adı üstünde bayramdır, şenliktir.. Ama zamanla siyasi iktidarların uyguladıkları politikalarla değişimlere uğramıştır ve biraz amacından sapmıştır. 

Özellikle gençlerin ve çocukların bayramı olan 23 Nisan ve 19 Mayıs'ı ele alırsak, uzun süredir uygulanagelmiş halleriyle; resmi geçit törenleri, öğrencilerin belli bazı koreografiler dahilinde stadyumlarda yaptığı gösteriler, danslar, halk oyunları, şiirler ve müzikler eşliğinde kutlanmaktadır. Ama bu sistemde bayramın esas sahipleri olan çocuklar ve gençler bayramın tadını yeterince alamamakta, şenliğini yaşayamamakta, bilincine varamamaktadır. Gerçek şu ki; bir değişim gereklidir, ama kesinlikle ve kesinlikle bu bayramlar ihmal edilmemeli, önemsizleştirilmemeli ve unutulmamalıdır. Aksine güncelleştirilmeli, modernleştirilmeli, geliştirilmeli; etkinleştirilip, yaygınlaştırılmalı ve çok daha coşkulu kutlanmalıdır.

Peki nasıl olmalıdır?

Bence şöyle olmalıdır:

Her okuldan seçilen öğrencilerle il ve ilçe genellerinde komiteler kurulmalıdır, bu öğrenciler kendi okullarındaki arkadaşlarından da aldıkları öneri ve istekler doğrultusunda, her bayram için 1 haftalık bir etkinlik programı hazırlamalıdırlar. Öğretmenlerin, (milli eğitim müdürlüğü, gençlik ve spor il müdürlüğü, valilik, belediye gibi) kamu kuruluşlarının ve hatta STK'ların da desteğiyle hazırlanan etkinlik programı organize edilmelidir. Sorumluluk ise Gençlik ve Spor Bakanlığı'nda olmalıdır. Bu etkinlik programlarında profesyonel ve amatör genç grupların konserleri; dans ve folklor gösterileri; özellikle cumhuriyet tarihi ve milli mücadele yıllarının anlatıldığı bunun yanı sıra da Osmanlı ve daha eski Türk tarihinin anlatıldığı paneller, belgesel ve film gösterimleri; resim yarışmaları ve sergileri; spor müsabakaları, yarışma oyunları; geleneksel ve modern sokak tiyatroları.... v.b. sanatsal, sosyal ve sportif etkinlikler ile elbette sokaklarda kortej ve fener alayı (ama askeri nizamda değil) yer almalıdır. Hatta bu programlar, uluslararasılaştırılmalı, diğer ülkelerden de misafir gençler dahil edilmelidir. Yani bu kutlamalar tam anlamıyla şenlik tadında olmalı, gençler hem eğlenmeli hem öğrenmelidirler. Kültürel erozyona uğramış, asimile olmaya yüz tutmuş, tarihini, atasını tanımayan, ülkesine sahip çıkmayan bir gençlik yaratılmasının da önüne geçilmelidir. Ayrıca böylesi organizayonlarla, gençlerin sanatsal, sosyal ve sportif ilgilerinin artmasına ve bu aktivitelere yönelmelerine ortam verilmiş olacaktır. Bayram neşesi vatanın dört bir yanına yayılacak, 7'den 70'e herkes bu coşkuya ortak olabilecektir. Gereksiz, kasıntı ve soğuk protokol düzeni veya programı da olmamalıdır. Devlet erkanı, yöneticiler ve milletin temsilcileri mümkün olduğunca halkla iç içe olmalıdır.

Bunların hiçbiri yepyeni, hiç uygulanmamış fikirler değildir; bir çok belediyenin halihazırda bunlardan bazılarını yaptığını biliyoruz. Ama önemli olan bunların yerelde geniş çaplı, büyük bir organizasyon çatısında birleşmesi ve bu organizasyonun planını gençlerin yapmasıdır.

Unutmayalım ki, bu bayramlar gençlerin ve çocukların bayramlarıdır. Diledikleri gibi kutlamak, eğlenmek ve bunun yanı sıra geçmişini öğrenmek, o günleri anlamak onların hakkıdır. Beş dakikalığına makam koltuklarına çocukları oturtmak onlara bu ülkede söz sahibi olma haklarını kullanma özgürlüğünü vermez. Bırakalım komitelerini kendileri seçsinler ve yönetsinler, organizasyonlarını kendileri yapsınlar ki küçük yaşta hem sorumluluk almayı, hem söz sahibi olmayı hem de demokrasiyi yaşayarak öğrensinler.